28 Aralık 2012 Cuma

Figüran



Sinemadan çıksak  da yeni yıl gelmiş gibi olsa ya da şarkıda söylenildiği gibi "mutlulukla ıslansa dünya"

İşi gücü bırakıp herkes bu filmi izlemeye gelse

Bu filmde herkes ağlasa

Bu filmde herkes kendi mutlu sonunu canlandırsa gözünde.

Herkes hayatındaki gizli kahramanı bulsa ve teşekkür edebilse ona...



Herkes kendi filminde figüran olsa ve baş rolü bir figürana verse daha iyi anlardık belki bizden farklı olanları !







27 Aralık 2012 Perşembe

ve hiç



Dünya yeşilli mavili
Kollarım hevesli
Odamdaki posterde o adam ve o adamın maviliği
Ellerim yeni yeni alışıyor adım atmaya
Sararan günlüğüme italik harflerle yazıyorum
Bana kol kanat geren muammalardır

Ve hiç vazgeçme
Ve hiç bırakma
Ve hiç 
Ve
hiç

kahvem bittikçe sana gülümserim
ve şeker gibi bir hiç

21 Aralık 2012 Cuma

Yaşam Sevinci






Siz orada değilmişsiniz gibi olur bazen. Herkes kendi halindedir ve kimse sizinle ilgilenmez. Kimse size poz vermez...Şanslı sayabilirsiniz kendinizi ya da küsüp gidebilirsiniz. Ben hep şanslı sayarım böyle anları...
Kışın ilk günlerinde yaşam sevincidir bu karenin içinde ya da dışında olabilmek. İçiniz içinize sığmaz olur. Orhan Veli'yi duyarsınız sanki. İstanbul her zamankinden daha çok dinlenilesi... Telaş içinde olan insanlar yok bu karenin içinde. Karede olsalar da olur olmasalar da...Onlar için yaşam o anda dinlenilesi...

Saldırgan mı?




Şizofreni hastalığı hakkında bilgisi ve ilgisi olmayanlara bir hatırlatma yapmak istedim. Şizofreni zor bir hastalık ve toplumun bu zor hastalıktan ya da bu hastalığa sahip bireylerden korkması durumu herkes için zorlaştırıyor. Şizofreni aynı zamanda hepimizin başına gelebilecek bir hastalık olduğu için hepimizi  biraz daha özenli ve duyarlı olmaya davet ediyorum. İnsanlar hakkında hastalıklarını işaret ederek saldırgandır yargısına varmak kolay olduğu için mi bu dışlama ve damgalama? Bir adım atsanız anlamak ve sevmek için ne kaybedersiniz?


http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=SendenHaberDetay&ArticleID=828


15 Aralık 2012 Cumartesi

çılgınlık mı?



Bavulunda kırılacak eşyalar taşıyordu sanki. Kırılacak kitapları ve kırılacak defterleri olmalıydı. Ona bu kadar yakından baktığım için bir an bu yakınlığın adının ilgi olduğunu düşündüm. Onun beni nasıl gördüğünü düşünüyordum. Sorularımla onu yoracak değildim. Yıllar sonra bir gün beni ilk gördüğü gün ne giydiğimi değil de nasıl göründüğümü sormak isterdim. Heyecanlı mı sakar mı ya da konuşkan ve candan mı?

Yıllar sonra aynı masada oturup konuşabilecek miyiz? Kitabını açtı ve okumaya başladı. Elinde sürekli oynadığı bir kalemle zaman zaman sözcüklerin altını çiziyor olmalıydı. O anlarda kendinden geçtiğini hissettim.

Başka bir şehre gidiyor olmalıydı. Otobüsünden önce gitmeliydim ben o şehre. O şehirde canlılık kalmadığını ve yakında kıyametin sadece o şehirde kopacağını inanarak ve inandırarak anlatmalıydım kendisine. Haydi dönelim demeliydim. Bizim şehrimiz yakında daha güzel olacak demeliydim. Neler olup bittiğine dair en ufak fikrim yoktu.

Onun başka bir şehre gidişini uzaktan izleyemezdim.

Ben kimdim ki? İki saattir ona uzaktan bakan bir yabancı.

Hapşırdım. Oturduğum masaya bir yabancı yaklaştı. Gözlerim onu aradı ama o yerinde yoktu. Bir anda gitmiş olamazdı. Lavaboya kadar gitmiş olabilir diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştığım anda "iyi yaşayın yabancı" dedi yanımdaki karartı ve o karartı netleştiğinde "rahatsız etmiyorum umarım" dediğini duydum. "Hayır" dediğim anda o karartının kim olduğunu anlayabildim. O camdan bavulu olduğuna ve başka bir şehre gitmesine engel olmak istediğim adamdı.

Bana ne dedi biliyor musunuz?

"Ben buralarda daha rahat yazıyorum. Bir yere gittiğim de yok. Ama isterseniz sizinle beraber sizin gittiğiniz şehre gelebilirim."

"Öyle mi? " dedim şaşkınlıkla.

Bavulunuz diyebildim zar zor.

"Yolculuk hissi için bana yardımcı oluyor"

Yeniden hapşırmak üzereydim ama ondan önce şöyle dedi yabancı:

İnanın çapkın bir insan değilim. Yalnızlığımı da çok severim. Sizin de yalnızlığı sevdiğinizi hissettim. İki yalnız insanın bir anda aynı yolculuğa çıkmaya karar vermesi çılgınlık olmalı diye düşündüğünüzü düşünüyorum.

Hapşırdım ve ona bakıp şöyle dedim: Çılgınlık mı? Yanılıyorsunuz. Bu düşünceniz sadece çılgınlık değil ki...Aynı zamanda güzel bir çılgınlık!

11 Aralık 2012 Salı

Şarkılarlaaaaaa la la la laaaaa



Bir sabah kendinizi bu iskelede bulabilir ve renkler için ve yağmur için teşekkür edebilirsiniz.
Bir şiir geçer gibi olur bazen.
Bazen de vapurda çay içerken şekerli şekerli gülümsersiniz.
Şemsiyenizi açmak gelmez içinizden ya da sarılıp kalırsınız maviye.
Bir sergiden çıkmışsınızdır az önce ya da çok sevdiğiniz bir şairle karşılaşmışsınızdır.
Heyecandan olacak unutursunuz yapmanız gereken en önemli işleri.
Buğulu vapur camından bakarken deniz ne kadar masumdur.
Siz çocukluğunuzda izlediğiniz futbol maçında duyuramayacağınızı bile bile Rıdvan'a seslendiğinizi hatırlarsınız. Ne güzel bir gündür aslında Çarşamba ya da ne kadar da haylaz bir kediniz vardır. Maması dururken kabında sizin yemeğinize ortak olur.
Şiir gibi sokaklar olur. Hem belki o sokak sizin oturduğunuz evin sokağıdır.
Şiir gibi insanlar olur. Hem belki o insan şu an sizin yanınızdadır.
Uzak zannederiz bize yakın olsalar da...
Alice Harikalar Diyarında'yı okumak lazım yeniden.

Bir dilek tutmak için iki çiçek isminin arasında kalmanızı diledim şimdi.
Siz de benim için bir dilek dileyin.
Dilemeseniz de olabilir.

İçimdeki radyoda bir sabah tüm frekanslar karışsa da bunun geçici bir hal olduğunu düşünerek şarkılara inanacağım. Şarkılara, şekerli yoğurtlara hep göz kırpmanız dileğiyle...

6 Aralık 2012 Perşembe

Mutluluğun Formüllerine İnanma!






Geçen hafta pazar günü Şinasi Sahnesi'nde Sırça Kümes oyununu izledim. Sırça Kümes oyununun yazarı Tennesse Williams.

Sırça Kümes'te üç yetişkinin iç dünyalarına girmemize izin veren ya da kendi dünyamız hakkında bizi düşündüren diyalogların etkisinde kaldım.

Yetişkinlerden en yetişkin olan anne kızının geleceğinin mutlu bir evlilikte olduğu yanılgısına dört elle sarılmış. Genç kız ise okula, işe çeşitli fiziksel nedenlerle devam edemiyor ama aslında ruhsal problemler yaşadığını hissediyoruz. Delikanlı ise babası gibi uzaklaşmanın, kaçmanın yollarını arıyor. İşe gitmeyi başaramayan bir genç kız ve işe gittiği halde bundan memnun olmayan ve sorumluluk almak istemeyen bir genç söz konusu olduğunda hepimiz kendimizi genç kızın ya da genç adamın yerine koyabiliyoruz. Acaba bu özdeşleşme dışında işin ya da çalışma şartlarının iyi olup olmadığını ve buradan yola çıkarak da bütün çocukluğumuzu ve ergenliğimizi adadığımız okul yıllarının bize ne kadar iyi geldiğini sorgulayabiliyor muyuz?

Yaşadığımız sıkıntılı süreçlerde kendimizi suçlayıp duruyoruz sürekli. Acaba bu noktada durup düşünmemiz gerekmez mi? Bize güzel gelecek vaadi diye sunulan iyi bir iş hayatını ve  mutlu bir evliliği yakalamış nadir insanlar var ve onlar bize aslında işin böyle olmadığını söylüyorlar. Mutluluğun ya da iyiliğin işte ve evlilikte saklı hazineler olmadığını anladığımız halde neden daha farklı hayaller kuramıyoruz? Çünkü uzaklaşmanın ya da maceraların da hayal kırıklıkları içerdiğini biliyoruz. Düzene uyum sağlamak da serseri olmak da çözüm değilse ve bizi mutlu etmeyecekse ne yapmalıyız?

Burada sayın hocam Prof. Dr. Ahmet İnam'ın mutlulukla ilgili sözleri geliyor aklıma. "Mutluluk televizyon karşısında patlamış mısır yemek değildir." diyordu.

Sanıyorum mutlu olmayı istiyorsak bize verilen hazır kalıpların içine ruhumuzu ve bedenimizi sıkıştırmaya çalışmaktansa eleştirel düşünmeyi başarmalıyız.

4 Aralık 2012 Salı

ARP,UÇURTMA, GÖKKUŞAĞI VESAİRE

Arp çalan kadın için oldu
Bu gök ve yer
Her şey yürek atışı kadar
Yüreğine sığmayınca daralan bir mevsimdir sonbahar

Her şey o uçurtmaya bağlı
ve her şey ondan bağımsız
Niçin diye sorabiliriz kendimize
Bu acelenin yorduğu apaçık
Her şey bağlı o rivayete
Ve her şey bağımsız

Bu gök ve yer
Bir yerden bakarsanız anlamsız mı anlamsız
Başka bir yerde ise
Kişiye bağlı anlamlar

Bir ilkbahardır şimdi can erik

Bir rüyadır şimdi adamın ve kadının baktığı 

Öyle bir rüya ki
Gerçekten kıymetli

 her şey aşktan bağımsız
Sevgiye bağlı