4 Eylül 2013 Çarşamba

BİR ÖYKÜYE SIĞAMAZ




Duyguları cümleye, paragrafa sığdırmak güzel de bir öyküye sığmayan duygular  nereye doğru akarlar? Hep merak ettiğim bu sorunun yanıtı var mı bilmiyorum.  Ağzınızın içi çakıl taşları doludur ve konuşmak zor gelmektedir.  Ellerinize dikenler batmıştır ve tutunmak imkansızdır. Bir yere tutunmayı, derdinizi dile getirmeyi istemenize rağmen  hayattan kayıp gidecek gibi olursunuz.


Boşluğa doğru çekilir ve boşlukta yankılanan sesleri dinlersiniz. Çocukluğunuza ait ağlama sesleridir duyabildiğiniz. İncinmişsiniz, gücenmişsiniz ve tatsız tuzsuz bir sofrada bulmuşsunuzdur kendini.  Ağzınız çakıl taşları doluyken yemeğin ne kadar lezzetli olduğunu ve yemeğinizi yemeniz gerektiğini hatırlatırlar.



Zehir gibi geçerken gece ve gündüz aniden telefonunuz çalar. Dalga sesleri gibi çalar telefonunuz.
Önce ağzınızdaki çakıl taşları düşmeye başlar. Duyduklarınız karşısında kendinize çeki düzen verirsiniz.
Konuşma alışkanlığını kaybetmiş olmanıza rağmen ilk sözcük akla gelir.
Önce bu kadar üşüdüğünüz için haklı olduğunuzu anlarsınız.  Ardından haklı olduğunuz düşüncesini kendinizi bırakmamanız gerektiği düşüncesiyle işlersiniz.  Bir doğum anına benzer. Yaşama yeniden dönerken aslında kendinizin de acı çektiğini anlamak iyi gelir.
Bir öyküye sığmaz dalga sesleri…
Düşünceli, duygulu, derin bir insandır sizinle konuşmuş ve size ulaşmış olan insan. Bu dünyayı kendinize zindan etmenize izin vermemiştir yine.
Sizi seven insanların arasına çağırır onun sesi.
Öyküye sığdıramazsınız içinize dolan  nefes alma isteğini.
Ellerinizdeki dikenler soyulur.
Yaşamak içinizde yangın yeri de olsa zaman zaman içinize su serpen o ses ağlatır sizi.
Mutluluktan ağlarsınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder