9 Ocak 2017 Pazartesi

Gizemli Bir Maske Kitabı Hakkında




hiçim ben
asla bir şey olamayacağım
bir şey olmayı isteyemem
Gene de, benim içimde dünyanın bütün düşleri.

Pessoa

Hayır, inanmıyorum kendime
Her tımarhanede kendinden emin o kadar çok deli var ki!
Hiçbir şeyden emin olmayan ben, onlardan daha  çok ya da daha az haklı mıyım?
Hayır, kendimden bile emin değilim.

Pessoa

Kant'ın yazmadığı nice felsefeleri düşündüm gizlice.
Ben bir tavan arası insanıyım, belki de hep öyle kalacağım,
Orada yaşamasam bile;

Pessoa



Bu adam niye böyle yazıyor? Kendimi anladığım bir cehennem sanki onun yazdıkları... Kendimi anlamam için çok çeşitli yollar vardı ama ben çıkmaz bir yola girdim ve bundan hiç pişman olmadım. Bu yolda olduğu gibi, uykusuz gecelerde olduğu gibi oldukça yakın durdum çocukluğuma, çocukluğumdaki kedilerime, en çok Sıpa'ya...Bir derdin oluyor ve sen ondan sonra o dertle yoğruluyorsun. Yoğrulduğun o derdin rengi, hacmi, biçimi seni sen yapıyor ama sen sen olduktan sonra da değişiyorsun ve sen değişirken şaşkın, sakar, huysuz olsan da içinde ufacık mavi bir nokta sımsıcak duruyor, aynı kalıyor. O aynı kalan sıcak ve mavi noktanın kalemini harekete geçirdiği doğru. Bitmeyen, tükenmeyen, azalmayan bir şey var hayatında. Hayatındaki o şey sen Pessoa'yı okudukça sevinç çığlıkları atıyor. Dil ve anlam üzerine kafa yorarken yaşadığın bu karşılaşma kolayca verilmiş bütün kararları iade ediyor ve kendisine karşı koyamadığın, nasıl meydan okuyacağını da bilemediğin bir büyük kararsızlık yaşatıyor. Bu kararsızlığın içinde debelenmezsen, bocalamazsan, çıldırmazsan sen olamazsın diyor. Çattık işte! Hücum edebileceğin, arkanı dönüp gidebileceğin bir kararsızlık değil bu. Yönünü belirlemen, bu kararsızlığı doğru dürüst yaşamayı bilmene bağlı. Bir karara varmak için sözlük anlamlarına baktığın her sözcük seni yanıltacak. Daha başka bir dil ve daha derinleşen anlamlar var bu kararsızlıkta. Kendime Sıpa diyerek durumun yoğunluğunu, olayın karışıklığını bir nebze olsun azaltamadığımı bilsem de türlü türlü şeyler deneyerek bu kararsızlıkta dengemi korumaya çabalıyorum. Dengemi yitirme korkusundan uzaklaşmazsam sözlüklere dönerim. Oysa yapmam gereken bu değil.

 Kurguluyorum, kurguluyorum ve içimde kendisine ulaşamamış insanların pişmanlıkları birikmiş de ben onları anlatmak zorundaymışım gibi bir his. Bu hisle başa çıkmanın yolunu biliyorum. Yazacağım,okuyacağım, yazacağım ve bu döngüye kimse kısır döngü diyemeyecek. Deseler de ben buna pek aldırmayacağım. Kurgularken bütün kokuları daha çok duyacak, görüntülerin akışına teslim olacağım ve pişmanlıkları birikenler için sürprizler hazırlayacağım. Dengesini kaybetmiş olanlar da  söylenememiş olanlardan pişmanlık duyanlar da sürprizleri sevecekler.  Sürpriz hazırlamaktan yorulduğumda Pessoa okuyacağım, sarsılarak, utanarak, ağlayarak. Pessoa okuyacağım ve onun yazdıklarının kafamdaki saçları kazıyan bir ustura kadar güçlü olduğunu hep duyacağım. Duymak, koklamak, tatmak, hissetmek... Bir şey daha vardı. Görmeyi unuttum. Görmeyi unutmuş olduğumu kendime itiraf etmeliyim. Dolambaçlı bir şekilde anlattığımız her şeyi ufak sessizlikler yutsun istedim şimdi. Öyle çok istedim ki... Yoğrulduğum o dert ve yaşadığım o kararsızlık bana  bir şekilde yaklaşıyor.   Sokaktakiler beni görünce bağırıyor: Sözlüğe bak! Oysa yapmam gereken bu değil. 

 Bu adam/kadın/çocuk yazmış işte! Bir sözcüğün sizi öldürme ihtimalini sevememiş olacak ki her cümlede yaşamanıza razı olmuş. Her cümle ile nefes nefese kalmanızı ve baştan ayağa titremenizi istemiş. Dayanıklıyım ben diyordum, burnum havalarda geziyordum ki beni hallaç pamuğu gibi bir o tarafa bir bu tarafa atmaya başladı. Kurudu yapraklarım, döküldü çiçeklerim, gövdem dayanamaz oldu bu yaşama… O kadar arafta kalmıştım ki sonunda araf olup çıkmıştım insan içine. Şimdi saymayı unutmuş olacağım. Şimdi günün kaç saat sürdüğünü sorsalar bilemeyeceğim. Şimdi diye bir şey yok ve hiç olmadı deseler, inanacağım. Gövdemi yakıp kavuran her ne ise onu bağışlıyorum. Ruhum gıdıklanıyor, kahkahalarımda en ufak suçluluğa yer yok... Kendimi bağışlıyorum ve bu bağışlama esnasında bağışlamanın mümkün olmasına inanamıyorum. Bütün suçum yaşamaktı, keskin virajları dönerken de, kaygan zeminde ilerlerken de bir şarkıyı tüm içtenliğimle söylemekti. Düşmemek, çarpmamak, kaza yapmamak için de değil…Hiç değil! Sözlükler masamda duruyor, gövdeme yakın fakat ruhumdan uzakta bir yerde tozlanıyorlar. Nedir ki günün ve gecenin eşitliği? Gece ve gün denilen bu zaman dilimleri nasıl eşit olur ki? Bunun yalan olduğunu söyle Pessoa ve kendimi bağışlayabileceğimi anlat. Beni benimle teselli ettiğinden olacak dünyanın bütün şiirlerinden daha güzel senin şiirlerin. Okumayı öğrendiğimden bu yana bilmediğim bir sözcük için sözlük karıştırmamı söyledi bütün bilenler. Oysa yapmam gereken bu değil!  Kışa girerken zihnimi beyaz bir kağıt gibi hissediyorum, yırtılmaya hazır ama kendisini yırtacak olanın bir şair olması onu sevindiriyor.  Yüreğim öyle özgür çarpıyor ki onun bir at olduğuna inanacağım. Kolay kolay inandıklarımı, bir seferde cevapladıklarımı, anlamadan duyduklarımı geri vereceğim. Bana derdimi, kararsızlığımı, hayatla cebelleşmeyi sevdiren bütün sözcükler ve bağlaçlar Pessoa’ya saygı duyuyor, biliyorum. Biliyorum bilmesine ama benim saygım, sevgim, hayranlığım hep böyle çekinecek mi? Bir kağıt helva uzatır mısın? Kağıt gemi mi demiştim? Kahretsin, unuttum, unutuyorum, unutacağım bütün anlamlı rüyalarımı. Kağıt helva demek isterken kağıt gemi demiş olabilirim. Pessoa güler, güler, güler, anlardı sonunda. Sözlüğe bakmazdı o da. Güler ve anlardı.

Kuru kuru öksürürken çilek kokan şurubun boğazımdan içime yayılması gibi onu okumak!
Yasemin Şenyurt

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder